Sürdürülebilirlik ne değildir?

Bu yazıya başlamadan önce amacım sürdürülebilirlik hakkında yazmaktı ama öncesinde sürdürülebilirliğin ne olmadığını anlatmak daha uygun geldi. Çünkü ancak o zaman etrafımızda olanları, her gün izlediğimiz/okuduğumuz haberleri daha anlamlı bulabiliriz ve durup düşünmek için bir mola verebiliriz: İnsanoğlu olarak bu Dünya’ya ne yapıyoruz?

Mesela dünyanın sadece bize ait olduğunu varsaymak ve buna göre yaşamak sürdürülebilir değil, çünkü biz yeryüzünü diğer canlılarla paylaşıyoruz ve biz müdahale edene kadar da onlar gayet denge içinde – sürdürülebilir – yaşıyorlardı. Her ne kadar belgesel izlerken bir aslan bir geyiği avladığında üzülsek de biliyoruz ki, doğanın dengesi için bu gerekli. Peki, doğadaki en uslanmaz avcı olarak insanlar ne yapıyor: Yiyeceğinden fazlasını besleyip öldürüp atıkların nereye gittiğini önemsemeden dev bir açgözlülükle yaşamaya çalışıyor (bkz. et endüstrisi). Ta ki o bitmez sandığı kaynaklar bir gün bitene kadar.

İçim çok acıyarak yazmak zorundayım ki; son yaşanan İliç maden kazası da gösterdi ki madencilik sürdürülebilir bir sistem değil. Her ne kadar firmaların web sitelerinde sürdürülebilir madencilik gibi ibareler olsa da doğaya zarar vererek yapılan hiçbir eylem sürdürülemiyor vebunu her defasında çok acı şekilde yaşayarak deneyimliyoruz.. Bu tarz büyük firmaların en büyük argümanları “yerel halka istihdam sağlıyoruz, ekonomiyi kalkındırıyoruz” şeklinde olur, ancak doğal çevresinden bağımsız yaşayan bir yerel yoktur. Hiçbir zaman, akan suyu, kayan toprağı gözetmezsen, bugün değilse de yarın, şimdi değilse de sonra illa ki bunun sonuçları ile yüzleşiriz. İnsanoğlunun en büyük şansı ve bahtsızlığı “unutmak” maalesef. Acı olayları unutabildiğimiz için yaşamaya devam edebiliyoruz ancak yine unuttuğumuz için günlük kazançlar peşinde değerlendiriyoruz her şeyi, ya da değerlendiren ve bizi bir şekilde manüple eden, parasına daha çok para katmak için yaktığı yıktığı kazdığı yerleri görmezden gelenlere izin veriyoruz. Sesimizi çıkarmıyoruz. Mesela HES’ler yapılırken de sadece üretilen enerjiye odaklanırsak o yapılanın doğaya ve biyoçeşitliliğe ve dolayısıyla insana nasıl zarar verdiğini göz ardı ederiz. Bu sebeple bana bulaşmayan yılan bin yıl yaşasın mantığı da sürdürülebilir değildir.

Ne zamanki doğanın bir parçası olduğumuzu kabul ederiz ve diğer canlıların ve de cansızların da bizden ayrı olmadığını idrak ederiz, işte o zaman tabiatı sonsuz kaynakmış gibi görmekten vazgeçeriz.

Sürdürülebilirlikte bu yüzden 3 ayak vardır: Çevresel, sosyal ve ekonomik. Bu birbirini tamamlayan kavramlar da boşa çıkmamıştır nitekim. Çevreyi gözetmeden insanı gözetemezsin, aynı şekilde kültürü gözetmeden de ekonomiyi gözetemezsin.

Ez cümle gezegenimizin sınırları belli iken, içinde var olan her şeyin de sınırı belli iken bizim sınırsız kaynak sevdamız sürdürülebilir değil maalesef. Yapılan her eylem, atılan her adım için bu kavramlar üzerinden değerlendirme yapabilirsek aslında, neyi ne kadar tükettiğimizi, neyi ne kadar sürdürdüğümüzü anlayabiliriz.

Bir sonraki yazımızda sürdürülebilirliği tarım ve gıda sektöründe nasıl değerlendiriyoruz, onlardan bahsedelim. Bakalım bir ürün soframıza gelene kadar neler oluyormuş?

Seher Gümüş

2007 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği bölümünden mezun oldu. 2010 yılında aynı alanda yüksek lisans yapan Gümüş aynı zamanda 2012-2015 tarihleri arasında University College Cork/İrlanda, Montpellier/Fransa'da sürdürülebilir tarım alanında yüksek lisansını tamamladı. Sürdürülebilir tarım alanında çalışmaya devam etmektedir.